Bozdağ Zirve’den sıçan gibi inmek

Geçen gün Hindistan’da geçen bir belgeselde arka ses şöyle dedi:
12 katlı bir apartmanda otururken insan güneşin doğup battığı yeri bulamıyormuş. 

Sebebini havalı nörobilimsel temellere dayandıramasam da, ufuk çizgisinde denizi ve dağları görmek, bazı geceler takım yıldızları seyretmek bana hem huzur hem de tuhaf bir coşku veriyor. 
Bu yüzden olacak, Bornova’daki mütevazi memur apartmanımızdan bir yanda Manisa’ya uzanan Yamanlar Dağını, diğer yanda Kemalpaşa’dan Alaşehir’e kadar devam edecek Bozdağları seyretmek beni hep mutlu etmiştir. 

Her ne kadar İzmirliler aksini iddia etse de, balçık ve pusla bezenmiş İzmir körfezinin seyirlik hiçbir keyfi yok. Eğerki biri İzmir’in ihtişamından bahsedecekse, dağlardan ve antik şehirleri birbirine bağlayan yollardan söz etmeli. 

Bugün anlatacağımız yol hikayesi, Bozdağlar üzerinde yer alan tepelerden biri olan Bozdağ zirvesine tırmanma maceramız olacak. Karla kaplanmış patikaları takip ederken bıraktıkları pati izleriyle bizlere kılavuzluk eden çakallara ve  sırt geçişleriyle dağlar arasında patikalar açan yaban domuzlarına binlerce teşekkürler.

Kar nedeniyle okulu tatil olan çocuklara özgü bir heyecanla tempo tutturduk. Tepelerin arasında kalmış beyaz kaplı tarlaların üzerinde süzülen bir şahin bizi kesiyor. Koyun sürülerinin kullandığı tali yollardan birine daldık, zirveye doğru giderek cılızlaşacak kılcal patikalara devam ediyoruz. Yolumuzu şaşırdıkça daha da yukarıya çıkacağız. Zeminin karlı olmasının birçok avantajı varmış, baharda bacaklarınızı delik deşik edecek büyük dikenler sanki üçüncü bir batonunuz varmış gibi destek oluyor tırmanışta. Kayaların arasından sert rüzgara meydan okuyan ardıçlarla birlikte tırmanıyoruz, her adımımızda odunsu ardıç kokuları salınıyor. Mermer görünümlü kayalıklar karları aralamış poz veriyor. Mermerleri gördükçe aklıma Sardis antik kenti geliyor. Buraya 20 km ötede, büyük kral yolunun başını tutan bir antik kent var. 

Gece kar yağar, sabah camdan baktığınızda yumuşacık bekleyen kar örtüsünü görür ve henüz ezilmemiş kara ilk basan kişi olmak için bir telaş kaplar içinizi. 
Kar kalınlaştıkça ayakkabıya dolan kar parçalarına teslim olmanız gerekir. Hele ki tipiye yakalandıysanız, vücudunuzun düştüğü aciz duruma razı gelip bir an önce yolu geçmelisiniz. 

Heredot’un dediğine göre Kral yolunda seyahat eden Pers ulaklar, Persepolis’ten Efes’e 8 günde ulaşabiliyormuş. Fırtına, kuraklık, aç susuz, gece gündüz fark etmeden yoluna devam eden ulaklar kadar hızlı seyahat eden yokmuş. Biz ne ara zirveden aşağı indik, artık kullanılmayan kayak merkezinin tesislerine ulaştık anlamadım. Anılarım hızlı ve coşkulu.

Bir yazıda okumuştum, doğada uzun zaman geçirenlerin üşümemek için mesaneyi boş tutmaları öneriliyordu. Biz de rotamız boyunca kendi sahasını işaretleyen bir kurt gibi sık sık işemek zorunda kaldık, umarım bize yardımcı olan çakal dostlarımız kişisel algılamaz mevzuyu. 

Zirvede peşimize takılan fırtına ovada şiddetini artırdı. Bu sefer kar değil yağmur, ve dağın artık kesemediği çok güçlü bir rüzgar bizi adeta kovalıyor. Bir çoban köpeği ne işiniz var burda bu soğukta dermişçesine yanımızda yürüdü, arabamıza kadar bizimle ıslandı. Altyapısı çökmüş İzmir’in lağımlarında keselenen lağım sıçanları gibi sırılsıklam olmuştuk arabaya bindiğimizde. 

Havalar azıcık soğuduğunda İzmirliler uzak bir diyara düşen masalsı bir kar yağışının kendilerine sirayet eden soğuğundan bahseder. Şehirdeki olağanüstü hal havası gülümsetiyor. Bizim için don atlet gezecek kadar yumuşak artık şehir. 

Garmin kaydı için tıklayın:

https://connect.garmin.com/modern/activity/embed/12905872278

Yorum bırakın