Gökova’ya iniyoruz, cennetin has bahçesine

Alüminyumu eriten bir sıcak var. Temmuzun ilk günü. Artık sıcaklarla yüzleşme zamanı. Miletos şehrinden ayrıldıktan sonra bir köy kahvesine oturduk. Güneş biraz yorulmalı, bir gölgede dinlenmeye ihtiyacımız var. Bugün Bafa gölünün etrafında kamp atacak, ertesi gün de Milas’a doğru devam edeceğiz. Köy kahvesinin sandalyesinde nöbetleşe içimiz geçiyor, gözlerimizi dinlendiriyoruz. Bir bakıyoruz üç masayı “kapatmışız,” eşyalarımızı öyle bir dağıtmışız ki, inanılmaz. Akşama doğru bir lokantanın bahçesinde, Heraklia antik kentine nazır kampımızı atıyoruz. Yerimiz çok güzel. Toprak biraz ıslak, etrafımızda ördekler ve kuşlar. Kara gün dostu kara şimşeği pişirmeye başlıyoruz. Yorgunluktan olsa gerek elimin ayarı kaçıyor. İki kişilik yerine dört kişilik mercimek yapıyorum. Hava iyice kararıyor. Bu kadar mercimeği kim yiyecek derken çadırımıza bisikletiyle birisi yanaşıyor. Her yenilik biraz utangaç da olsa geçmişi reddeder. Orta yaşını biraz geçen bu abimiz bikepacking tur yapıyor. Yaklaşık 30 gündür yoldaymış. Az eşya çok kilometre. Son yıllarda Avrupa ve Amerika’da oldukça revaçta bu tarz. Çadırını kuruyor ve soframıza konuk oluyor. İçimden “tanrının misafiri” adını takıyorum abimize. Çok şükür fazla yaptığımız mercimek bitiyor. Çadırlarımıza geçiyoruz, abimiz sabah erkenden yola koyulacak. Biz bir ilk gerçekleştirerek öğleden sonra yola çıkacağız, akşam Milas’tayız.

Heraklia antik kenti

Ufaktan yola koyuluyoruz. Ancak filmlerde olabilecek bir olay başımıza geliyor. 2016 yılında Eskişehir turunu beraber yaptığımız Ufuk ile yolda karşılaşıyoruz. Ufuk motosikletiyle aşağılara iniyor, bisikletlileri görünce yavaşlıyor, göz göze gelince de “hadi canım olmaz, olamaz” deyip sarılıyoruz birbirimize. İstanbul’da yapamadığımız hoşbeşi Milas yolunun emniyet şeridinde yapıyoruz. Tekrar belirsiz bir tarih için sözleşiyor ve vedalaşıyoruz. Yola devam. Bisikletleri yatırmış uyuyan iki abi görüyoruz. Onlar da bizim gibi İstanbul’dan yola çıkmışlar. Yol bugün bereketli. Abilerle tekrar denk gelmek üzere vedalaşıyor, 30 km sonrasında ufak bir su molasında beraber dinleniyor ve yine Milas girişin buluşacağımızı bilmeden ayrılıyoruz. Tanımadığınız kişiyle tur yapmak çok zor. Yolun getirdiği yorgunluk ve belirsizlik bu durumu daha da katlanılmaz bir hale sokabiliyor. Beraber durulan duraklar ve akşam paylaşılan yemekler ise bir o kadar keyifli oluyor bir yandan da.

Buharalı Şeyh Bedrettin türbesinin tabelasını görüyorum. Benim bildiğim Bedrettin Buharalı değil, Simavnalı. Elbette sadece isim benzerliği ama şaşırdım açıkçası. Milas – Söke yolundan devam ediyoruz. Euromos Ören Yeri tabelası yolun karşısında. Kropotkin 1902 yılında yayımlamış olduğu Karşılıklı Yardımlaşma kitabında “… Bisikletçiler Birliği gibi bazıları aniden önlenemez bir gelişim göstermişlerdir. Bu birliğin üyeleri arasında bisiklet sevgisi dışında herhangi ortak bir nokta olmamasına rağmen aralarında, özellikle bisikletçiler ile dolu olmayan kıyıda köşede kalmış yerlerde, karşılıklı yardıma yönelik bir tür masonluk ruh vardır” diye yazar. Bu masonik ruh sayesinde Bafa çıkışında dört kere karşılaştığımız abilerle Milas’ın sote bir yerinde, zeytin ağaçlarının bizi sakladığı gölgede kamp atıyoruz.

Ören Yolu

Sabah erkenden çadırımızı topluyor, yolda kahvaltı ederiz diyoruz. Sabah serinliğinde bisiklet sürmek çok güzel. Doğanın bize bahşettiği, al gözüm seyreyle dediği güzelliği kapitalizm delik deşik etmiş. Milas köylüleri yaşam alanları, zeytinleri, ormanları için direnişte. Çamköylüler yolun sağına soluna “Kömürsüz Muğla”, “Zeytinime Dokunma”, “Ağaçlarımızı Kestirmeyeceğiz”, “Köyüme Dokunma” pankartlarını asmışlar. Sermaye vücudu bitkin düşüren, sonunda ölüme götüren mikrop gibidir. Az ile yetinmez, terbiye edilmez. Köyler kömür için istimlak ediliyor. Bu pankartlar sabah pedal için bize can oluyor. Bu kadar güzel bir coğrafyanın böylesine çirkince çıplaklaşabilmesi için çok çaba sarf etmek lazım. Doğanın kendini yenileyebildiği yerlerdeki yeşillik çok canlı. Öyle ki bu yeşillik denizi ve ormanı yutan korkutucu bir canavara benzeyen Kemerköy Termik Santralini bile uzun süre saklayabiliyor. Ama virajlı yollardan sonra bu canavarla yüz yüze geliyorsunuz ve içiniz acıyarak lanet okuyorsunuz.

Sonunda Ören’deyiz. Ören çok güzel bir yer. Yaşar Kemal ile turlasaydık, Ören için 3 cilt kitap daha yazardık belki. Keramos antik kentinin kalıntıları, hatta yer yer duvar olmuş antik taşları. Gökova körfezi cennetin has bahçesi. Taşın ve denizin rengi burada çok farklı.  Eğer tarihin bir sayfasında yerleşik hayata geçseydim, orası kesinlikle Ören olurdu.

1 Comments Kendi yorumunu ekle

  1. dzokhar dedi ki:

    abi yaşıyosun bu hayatı

    Beğen

Yorum bırakın